Hız’la kentlileşen ve nüfusun ezici bir çoğunluğunun artık kentlerde yaşadığı ülkemizin, yaşam dinamikleri de orantılı olarak farklılaşmakta ve yeni şekillenmelere uğramaktadır. Kentlerdeki sosyal ilişkilenme örüntüleri günbegün alışagelmedik yeni kalıplar keşfetmekte, ya da var olanları yeniden biçimlendirmektedir. Eskişehir kenti, Türkiye’nin kent tarihinde ulusal sanayinin gelişim çabalarıyla öne çıkmıştır. Kent mekânının tarihsel derinliğine 2000’li yıllardan beri eklemlenen üniversite kenti karakteri de Eskişehir’i zengin, sıcak ve rafine bir kent kimliğine büründürmüştür. Ayrıca Eskişehir kent kimliğinin en önemli temsilcilerinden biri olan Eskişehirspor, kentin futbol ile olan ilişkisi özelinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde ve gelecekteki kentsel taleplere cevap verebilme potansiyelini yitirdiği düşüncesiyle Eskişehir kent merkezinde 1964 yılından bu yana var olan mevcut stadyumun merkezi otorite tarafından kent dışına taşınması kararlaştırılmıştır.
Merkezdeki mevcut stadyumun taşınması ile boşalacak alana ne yapılacağı, Eskişehir Valiliği aracılığı ile kentte tartışmaya açılmış ve bu alanın değerlendirilmesi ile ilgili ön çalışmalar başlatılmıştır.
Yaşamın bu çeşitlenmiş olanaklılığına yeni ufuklar açacak mekansal hareketlenmeleri kaynağında yakalamak için, TMMOB Mimarlar Odası Eskişehir Şubesi “meteorik boşluk – Eskişehir Yerçekim Kuvvetini Yaratıyor” başlığı adı altında taşınacak olan Eskişehir Atatürk Stadyumu alanında yeni fikirleri tartışmaya açacak tasarımları elde etmek ve Güzel Sanatları teşvik etmek için bu fikir yarışmasını düzenlemiştir.
Konusu; mevcut Atatürk Stadyumunun taşınması kararı doğrultusunda, ekte verilen alanda kentlilerin, kent hayatına katılımı sorunsalının (problematiğinin) tanımlanması, kent merkezindeki bu benzersiz açık alanları, kentlinin bulunma/eyleme ortamları olarak tasarlanmasıdır.
Öğrenci Kategorisi (B Kategorisi)
Eşdeğer Ödül
Aslı ALP (ODTÜ Mimarlık)
Ceren TONKAL (ODTÜ Mimarlık)
Selen KARASEYFİOĞLU (ODTÜ Mimarlık)
Öykünur ACICAN (ODTÜ Mimarlık)
Eşdeğer Ödül
Umut ATLI (İTÜ Peyzaj Mimarlığı)
Eşdeğer Ödül
Onur KARADENİZ (İTÜ Mimarlık)
Atıl AGGÜNDÜZ (İTÜ)
MİMARLIK HİÇLİĞE OLAN YOLCULUKLA BAŞLAR
“Bir çağölürken yenisinin henüz doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Cinsel törede, evlilik biçimlerinde, aile yapılarında, eğitimde, dinde, teknolojide ve modern yaşamın neredeyse tüm diğer yüzlerindeki kökten değişiklikleri görmek için çevremize bakınınca, bundan şüphemiz kalmıyor… Yeni bir şeyler yapmaya çağrılıyoruz, ayakbasılmamış bir toprakla yüzleşmeye, kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz. Bu varoluşçularınhiçliğinkaygısı dedikleri şey. Geleceğe doğru yaşamak bilinmeyene sıçramak demektir; bu da hâlihazırda emsali olmayan ve pek az kişinin kavradığı dereceden bir cesareti gerektirir.”
MİMAR KİMDİR VE NE İŞ YAPAR?
Mimar doğası gereği nihilisttir. Kendi hayatını bir bütün olarak görür ve onu zonlayarak zaman ve mekan dilimlerine ayırmaz. Onun, öznel bir “iç” yaşantısı ile fiziksel bir “dış” yaşantısı yoktur. O, ürettiği “nesne”lerin ve “özne”lerin insan psikolojisini etkileyeceğini bilir ve bunun sorumluluğunu üstlenir.
MİMARLIK NEDİR?
Bir çağartık sona erdi. Geride kalan bu çağ, içinde bir sürü hata, değişmeyen kuralları ve mahvolan hayatlarıbarındırıyor. Yeni dünya “düzen”inde yaratılan mekanlardan talep edilen tek şey kendi benliğinin olmasıdır. Burada sahiplenme ve sahiplenilme yoktur. Bireysel özgürlüklerden başka hiçbir şey… Yaratılan bu yeni mekanda bütünsınırlar erir, iç ve dışbütünlükkazanır. Birey ancak bir toplumla yaşadığı müddetçe kendini bulabilir ve odaklanmış bir yaşama kavuşabilir.
Mimar, “yer”i artık belirli parametreler ışığında görmez, analiz etmez, çünküyarattığımız bu dünya ve gelinen nokta artık bu dili konuşmaz. Biliyoruz ki kaliteli mimarlık zamanla üstündekibütün ekonomik ve politik söylemleri üstünden silip atar.
Hal böyle olunca biz de hiçliğe doğru bir yolculuğa çıktık.
Günümüzde mimarlar bilgisayar programcılarınadönüşmüş durumdalar. Sürekli olarak “bağlam”a özgün ya da özgün olmayan programlar yazıp alana kendi programlarını uygulamakla uğraşıyorlar. “Bağlam”, “insan”, “yer”, “mekan” kelimelerinin çok konuşulduğu bir mimarlık ortamında, sözcüklerin altıboşalıyor. Kimse bu kelimeleri tanımlamaklauğraşmıyor, çünkü sanki bu kelimeler doğarken kalıtım yoluyla aldığımız bilgiler. Okullarda ise nasıl mimarlık yapılacağı hakkında bir formül yazılmış bile; “küçükölçekliyapılarinsanları daha mutlu eder,çünkü çevreye olan etkileri azami ölçüdedir. Büyükyapılardan ise kaçınılmalıdır, çünkübüyükyapılar hiçbir zaman bizi mutlu etmezler”.
Ancak biz biliyoruz ki, Ayasofya’da büyük ölçekli bir yapıdır ve İstanbul’un en kanlı isyanından (Nika İsyanı) hemen sonra Justinien’in kendi gücünü göstermek için yaptığı bir yapıdır. Ancak içeri ne zaman girsek bizi çok mutlu eden yapılardan bir tanesidir.
“Eski Yunanlılar yaşamın zorluklarını gözleriyle görebiliyorlardı. Antik kentlerin tapınakları, pazaryerleri, oyun alanları, toplantı yerleri, duvarları, sokaktaki heykelleri; dinde, politikada ve aile yaşamında kültürel değerleri simgeliyordu. Ama günümüzde modern Londra ya da New York’ta, örneğin pişmanlığın yaşandığı yeri görmek için nereye gidileceğini bilmek zordur. Ya da çağdaş mimarlardan demokrasiyi daha çok teşvik edecek mekanlar tasarlamaları istense çizim kalemini bırakırlar; antikçağdaki toplu kararların alındığı toplantı yerlerine eşdeğer bir modern tasarım yoktur.” Richard Sennett
BİZ, MİMARLARI “BAĞLAM”, “ÖLÇEK”, “POLİTİKA”, “EKONOMİ” GİBİ PARAMETRELERİ UNUTMAYA ÇAĞIRIP BU PROJEYLE HİÇLİĞE DOĞRU BİR YOLCULUĞA ÇIKMAYA DAVET EDİYORUZ.
Tasarım, “Hipocampus” adlı meteorun Eskişehir stadyumuna çarpmasıyla başlar ve meteorun zamanla rüzgâr, yağmur ve insan tarafından aşındırılmasıyla devam eder. Yüzyıllar içinde bu meteor birbirleriyle doksan derecelik açılarla kesişen duvarlar sistemi haline gelir. Rastgele meydana gelen duvarlar, döşemeler, kütleler ve bunlardan kopan boşluklar silsilesi hiçbirfonksiyonun, hareketin ya da başka bir mimarlık “parametre”sininyansımasıdeğildir. Tamamen keyfi kararlaragöre “tasarlanmıştır”. Meteorun içine hiçbir program yazılmamıştır, sadece ve sadece boşluklar vardır ve keşfedilip geçici bir süreliğine işgal edilmeye açıktırlar.
Program, şehirli tarafından saate göre ve ihtiyaca göre belirlenir ve mekânı ona göre düzenler. Herkesin kullanımınaaçık olan bu mekanlarda isteyen pazar kurar, isteyen top oynar, piknik yapar, isteyen serbestçe ve özgürce konferans verir. Denetleme mekanizması yoktur ve insanların kontrol edilemeyeceği boş bir mekândır. Yeri silen “temiz” ve “hijyen” meraklısı bir mimarlık yerine burada kirlilik ön plandadır. Bu, ayni zamanda bedenin kirliliğinin de ön plana çıkarılmasıdır. Bu bağlamda, “Hipocampus” bir Queer mimarlığıdır ve heterotopik mekana başkaldırır.
ZEHRİN PANZEHİRİ AYNI YERDEDİR. KAMUSAL ALANI ZEHİRLEYEN MEKANLAR ARASI KOPMAYA NEDEN OLAN SAĞIR DUVARLARDIR. SAĞIR DUVARLAR ARASINDA TERKEDİLMİŞ BİR YUNAN ŞEHRİNE BENZEYEN YAPI-BOZUMUNA UĞRAMIŞ BİR ALANI İŞGAL EDEN KENTLİ BURADA KAMUSAL ALAN TANIMINI YENİDEN OLUŞTURUR.
Eşdeğer Ödül
İsmail KOCATAŞ (Kocaeli ÜNİ. Mimarlık)
“Zayıflık herşeydir,güç hiçbir şey..Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir.Öldüğü zaman ise sert,kaskatı ve duygusuzdur.Bir ağaç büyürken zayıf,esnek ve tazedir.Kuru ve sert hale geldiğinde ölür.Sertlik ve güç ölümün yoldaşlarıdır.Esneklik ve zayıflık ise varoluş tazeliğinin ifadeleri..” Tarkovsky/Stalker
YABAN
Yabanıl olan salt kurguların,ilişkilerindeğil,varoluşunu deneyim üzerine kuran bir bütünün parçası olma gereği ile başlar.Bir süreksizliğin bir parçasıdır.Yaban,süreksizdir.Mekan kaygısı yoktur.Heryermekandır.Yabanıl olan yabanın içerisinde genleşerek varolur.Vahşice duyguları başka birşeye olanak vermez.Duyumların örgütlenmiş halleri üzerinden deneyimler,kendisini yabanılın içerisinde sonsuz süreklilikte bir ilişkiler ağı haline büründürür.
Kent sürekli sorun üretir ve sorunlardan beslenir.Kendi içinde yabancı olanı dışlar.Sistemin dışında olanı öğütme düzenlemek onun doğasında vardır. Yaban,düzenlenmekten hoşlanmaz kendi düzenini kurma eğilimdedir.Hep yeni bir düzenin,aykırı olan arayışındadır.Doğası gereği böyledir.
Kent,toplulukların bir arada kalma biçimlerini sürekli düzenleme çabasında olan sistemin mevcudiyetidir.Yabana ait olanı metalaştırma ve sisteme dahil etme çabasındadır.İnsanıın doğayla olan savaşı,üretimi doğadan parça kopararak oluşturma düşüncesi ile kentler üretilen bir sonuç haline gelmiştir.İnsanın ürettiği en karmaşık teknoloji ürünü olan kentler,kendi içinde birçok katman barındırmasına,katmanlar arası ilişkinin sürekli yeni ilşkilenmeler üretmesine rağmen modern kentler özneyi bu karmaşıklık içerisinde rollere sokmaktadır.
Kent özneyi eyleme/durum ve olma halleri üzerinden sınıflar,programlar ve paketler halinde konumlandırır..Birbirine erişemeyen bir merkez etrafında sürekli dönen parçacıklar halinde düzene sokmaya çalışır.Yaşayan bir organizma bir bütün olan yaban kentin içerisinde rekreasyon adı altında parçalar halinde kalmış görsel bir durum teşhiri olarak kalmıştır.Çünkü doğası programlanmayı,görev verilmeyi kabullenmez.
Öznenin kent karmaşanın içerisinde kendini biçilmiş görevi,programı reddedip kent içerisinde eriyik hale gelebilmesi için kurulmuş olan ilişkilerin tekrardan ele alınması ve modern kent tabularına bir kısa devre yaptırılmalıdır.Bu sorgulama biçimi kurulacak olan yeni ilişkilerin ilhamıdır.