Anonim, biçimi olmayan, işlevden ve insandan yola çıkan, ekonomik, esnek, doğaya bağlı bir mimarlığın savunucusu denilince ilk akla gelen ustadır mimar, ozan ve yazar Cengiz Bektaş. Tasarımlarında yapının dış görünüşünden önce yapı içindeki işlev ve mekân ilişkilerine nasıl önem verdiğini de bilen bilir! Pek çok ödül kazandığı mimarlıktaki ülküsünü özellikle doğa ve insan temasında yine ödüllerle taçlanan şiiriyle nasıl bileştirdiğini; mimarlıkla ilgili deneme ve inceleme yazılarının yanı sıra yalın dille kaleme aldığı deneme ve gezi yazılarını da öyle. Bektaş’la kitaplarını ve günümüz kentselliğini konuştuk.
GA. Kültür-mimarlık sıkı ilişkisinin insan-doğa yaşamı üzerindeki yapıcı ve yanlış algılandığında yıkıcı da olabilen etkilerini bir mimar, ozan ve yazar olarak nasıl irdeliyorsunuz?
CB. Mimar her şeyden önce bir kültür adamı, bir aydın olmak zorunda. Mimar geçmişi bilir, bir kültür aktarıcısıdır, çağını bilir. Mimar toplumun, işverenin mutluluğu için çalışır. Onlar için insancıl oylumlar yaratır. İşi, en azla en çoğa ulaşmaktır. Mimarlığın temeli kültürdür. Yazarlığımla, mimarlığımla kültür ortamı için çalıştım hep. Sağlıklı bir kültür ortamında olmak, insanın tüm çevresiyle, doğayla ilişkilerini de elbette olumlu etkiler. Mimar, yapılı çevreyi tasarlayan kişi olarak, bu ilişkideki sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Önüne gelen her işi ya da işvereni önce bu sorumluluk açısından değerlendirmelidir. Kimi işlere “hayır” diyebilmelidir. Kültür ortamına yıkıcı etkileri olacak bir yapının tasarlanmasında, gerçekleşmesinde ödev almamalıdır. Saydığınız niteliklerime göre, kültürsüzlüklerden, çarpıklıklardan en çok etkilenen kişilerden biriyim diye düşünmemi yadsımazsınız sanırım. Bu beni, bunlara karşı savaşımdan alıkoymuyor elbette. Bu savaşımda en önemlisi “iyi örnek” yaratmaktır.
“MİMARLIĞI TOPLUM GÜNDEMİNE SOKABİLMEK İÇİN YAZIYORUM”
GA. Mimarlığı toplum gündemine sokabilmek için nasıl bir yol izlediniz? Kendi adınıza iyisini, doğrusunu yapıp bir kenara nasıl çekilmediniz ve bu anlamda kaleme aldığınız çalışmalarınızla da nasıl bir kitaplık oluşmuş durumda?
CB. Mimarlığı toplum gündemine sokabilmek, biraz önce belirttiğim savaşımın ana sorunudur. Bu nedenle ilk yapıtım, Adnan Turani’ nin “Sanat-Sanatçılar” dergisinde 1965’te yazmaya başladığım yazılarımın toplamından oluşan, 1967’de Dost Yayınları’ndan çıkan “Mimarlıkta Eleştiri”ydi. Bu yalnız mimarlık ortamı için değil, toplumumuz için de bir ilkti. Bu yapıt 1968’te, Türk Dil Kurumu Deneme-İnceleme Ödülünü aldı. Böylece mimarlıktan başka alanların da gündemine girebildi. Birkaç kez de basıldı. Bugün de bu yolda yürüyorum. Toplum, aydınları aracılığıyla çevresindeki kötülükleri eleştirmeli, iyilikleri değerlendirmeli. Önüne gelen istediklerini kendi önceliklerine göre yapabilirse ya da yaptırabilirse bunun sonucu bugünkü durum olur: Karmaşa, kötü durum. Topluma sorunları anlatabilmek gerekiyor. “Toplum bizi anlamıyor” diyenlere “anlamıyorsa anlatamıyorsun” demek yanlış olmaz. Bu nedenle yalnız dergilerde değil, on beş yıldır bir güncede, “Yaşama Kültürü” ana başlığı altında yazıyorum.
“AZ GELİŞMİŞ ÜLKENİN MİMARI KAMUDAN HIRSIZLIĞA KARŞIDIR”
GA. Az gelişmiş ülkenin mimarı olma konusunu da yazıyorsunuz. Az gelişmiş ülkenin mimarı nelere dikkat etmek zorundadır?
CB. Az gelişmiş ülkenin mimarı, ülkesinin koşulları içinde çalışmayı bilir. Küreselleşmenin bir aldatmaca olduğunun ayrımındadır. Dışarıdan aktarmacılığa, dışarıdan gelen tasarımların “imzacılığına” karşıdır. Kamudan hırsızlığa karşıdır. Dışarıdan gelecek, bizim koşullarımıza uymayan yapım teknikleriyle, gereçlerini doğrudan kullanmaya da karşıdır. Bu konularda ülkemizin düzeyini yükseltmek için araştırmalar yapar ya da yaptırır. Ülkesinde, kırsal kesimde, insanlarının neredeyse yarısının kerpiçle yapılmış yapılarda yaşadığını bilir.
GA. Türkiye’de yapı alanında yapılan en büyük yanlışın, mimarlık işini proje ve kontrollük olarak (sözleşmelerine varıncaya dek) ayırmak olduğunu yazıyorsunuz. Bunun sonuçlarını değerlendirir misiniz?
CB. Mimarlık bir takım işidir. Bir bütündür. Sinan’ın çağında, hem statik mühendisliğini hem mimarlığı bir kişi yapabilirdi. Bugün mimar uzmanlıkların tümünden yararlanmak zorundadır. Tasarımla uygulama denetimi (kontrollük) birbirinden ayrılamaz. Yapı denetiminin başında tasarımı yapan mimar bulunmak zorundadır. Uygulama sırasında gerekecek değişikliği de yalnız o yapabilir. Tasarımla yapı denetimini birbirinden ayıranlar mimarlığın ne olduğunu bilmeyenlerdir. Ben, uygulama denetimi verilmeyecek işin tasarımını üstlenmem. (Aldatıldığım olmaz mı? Olur!) Ne yazık ki hukukçularımız da bilmiyorlar mimarlığın ne olduğunu. Dedim ya mimarlık bir kültür konusudur. Uygulamanın denetimi mimarın elinden alınınca tasarım kuşa döndürülür.

“İNSANCA OLMAYAN HİÇBİR ŞEY MİMARLIK DEĞİL”
GA. Osmanlı’da yerleşme ilkesi temel olarak hangi prensiplerde vücut bulmuştur ve bu bağlamdaki seviye günümüzdekiyle nasıl kıyas tutmaz?
CB. Osmanlı çağında üretilmiş yirmi çevresinde yerleşmenin, konuşabildiğim son dönem ustalarına “Ne gibi kurallarınız vardı?” diye sorduğumda aldığım hemen bütün yanıtlar şöyleydi: “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa.” Yapılaşmayla ilgili kurallar konusunda daha da sıkıştırdığımda da şunu söylediler: “Kimse kimsenin içine bakmamalı.” “Bakarsa…” diye üstelediğimde önce mahallenin yaşlılarına, en sonunda belediyeye başvurulacağını söylediler. Gerçekten kimse kimsenin içine bakmıyordu. Kimse kimsenin havasını, görüşünü (göz yaylasını), güneşini kesmiyordu. Kimse kimseyi kirletmiyordu, incelediğim yerleşmelerde. Şimdi bütün bunlar tersine dönmedi mi? Sultanahmet Camiisi’nin ‘siluet’ ine üç gökdelen girmedi mi? Kamudan binlerce metrekare çalabilen hırsızlara karşı çıkılabildi mi? Ağacımıza, yeşilimize, “Gezi”ye dek topluca karşı çıkılabildi mi? Komşuya, kente saygı mı kaldı? Kültür Varlıklarımızı koruyabiliyor muyuz? Teknik, yapım yöntemi, gereç, dıştan göz boyama, biçim mimarlık değildir. İnsanca olmayan hiçbir şey mimarlık değildir.

“KONUT GETTOLARI İNSANI İNSAN YAPMAZ”
GA. Mimar, uzak ve yakın tarihle ilişkisini ve “doku” tesisini ne düzlemde kurmalıdır? Ülkemizde bu açıdan nasıl bir bilinç özlenilesidir?
CB. Kendini bilen bir mimar “kopya” etmez. Ne geçmişten ne bu günden, ne içerden ne dışardan (başka ülkelerden). Gelenek mimarın bilincindedir. Ona ileriyi gösterir. Gelenek sözcüğü “gelmek” ten gelir. Bugüne gelememiş hiçbir şey gelenek değildir. Geleneğe eklenebilmek için en azından çağdaş olmak gerekir. Sinan’ı dört yüzyıl sonra durmadan kopya etmek, onu hiç anlamamış, hiç ilerlememiş olmak demektir. Değerlerimizi düşürür. Bilgisizliği gösterir. Doku, kopyalarla sağlanamaz. Uyumla, dengeyle, kendi çağına yanıt verebilmekle sağlanır. Yayalara yer olmayan Büyükdere caddesinde neyin dokusunu arayacaksınız? Yaşama ortamı, insanı insan yapacak sanat-kültür donanımlarıyla sağlanır. Konut gettoları, insanı insan yapmaya yetmez. Mimari-konjonktürel bağlamda geçmişi anlamada tek ölçütümüz olmalı: İnsancıllık.
GA. Anadolu, yerleşim ve ev, tapınak düzenleri anlamında nasıl bir anavatandır? Yapılarda başlıca neler nasıl gözetilmiştir ve insanların kente fiziki-felsefi bakışları nasıl bir derinlik içermektedir?
CB. Anadolu, toprağın ilk işlendiği, insanın besinini kendi üretebildiği, bu nedenle en eski yerleşmelerin bulunduğu yerdir. Göbekli Tepe’ deki tapınaklar 12 bin yıl eskiye gider. Barınma, yerleşme kültürü, tüm örnekleriyle kesintisiz izlenebilir Anadolu’da. Son bir -iki bin yılı değerlendirerek ya da son bir-iki yüz yılın etnik bakış açılarıyla bakılmamalıdır geçmişe. Anadolu, insanlık yerleşme kültürünün vatanıdır. Son 40-50 yılın bulgularıyla bu kesinleşmiştir. Akılcılık, kolaylık, tutumluluk, içten dışa davranış (çözüme içten, işlevden başlayıp o yoldan biçime varmak) temel ilkeler olmuştur. Yerleşmede kentliler arası eşitliğe burada varılmıştır. Sinan’ın yapılarının en az yüzde sekseni kamu yararına yapılardır.
Kendilerini göçebelikten kurtaramayanlar önce vatanlarını tanımalıdırlar. Sabahattin Eyüboğlu’ nun sözleriyle, ben, bu kültür kazanının insanıyım. Eriyen de eriten de benim bu kültür kazanında… Bu halkın tarihi tarihimdir.


“HALİKARNAS BALIKÇISI HER GEÇEN GÜN DAHA HAKLI ÇIKIYOR”
GA. Her geçen yıl ulaşılan buluntular “Uygarlık Batı’ya Anadolu’dan yayılmıştır” diyen Halikarnas Balıkçısı’nı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) nasıl haklı çıkardı?
CB. Halikarnas Balıkçısı, Batılıların deyimiyle, “Ex Oriente Lux” (Işık Doğudan Gelir) diyordu. Son bulgular bunun böyle olduğunu gösterdi. Uygarlığın, Girit’ten (Batı’dan) geldiği savlanıyordu. Girit uygarlığı İÖ 1400-1500’e iniyor. Anadolu’da son yıllarda bulunan izler 12 bin yıla iniyor. Tarımla ilgili izlerin, sözlerin batıya gidiş yolları ayrıntılarla gösteriliyor şimdi. Bir Alman Profesör, Antakya’ da Asi ırmağının denize ulaştığı yerdeki Al Mina kentinde ilk sesli harflerin bulunduğunu düşünüyor. Bu konuda kuşkulu olanların yalnızca bizler olduğunu söylüyor. “Mustafa Kemal, buradan giden, yüzlerce imden oluşan abece yerine yalnızca 26-28-30 harfli abece’yi anavatanına geri getirdi” diyor. Azra Erhat’ın bana aktardığı tartışmalarında Halikarnas Balıkçısı, “Batılılar uygarlığın Batıdan Doğuya geldiğini söylüyorlar. Ben tersini söylüyorum… Kanıtla diyorlar. Önce onların söylediklerini kanıtlamaları gerekir. Ben söylediklerimi kanıtlayabiliyorum” diyordu anlamca. Balıkçı’nın söyledikleri, son yıllardaki kazıbilimi çalışmalarıyla her geçen gün kanıtlanıyor.
Ayrıca Batılıların uygarlığı ne biçim uygarlık ki? Bir yüzyılda (yirminci yüzyıla) yüz milyondan çok insanı öldürebiliyor paylaşım için. Bugün bile sömürge savaşlarını sürdürüyorlar acımasızca.
“AYASOFYA VE MİMAR SİNAN YAPITLARI GERÇEK BİR DEVRİM”
GA. Türk mimarisinin dünya mimarlığı içindeki yeri hangi nedenlerle çok özeldir?
CB. Yeryüzü mimarlığını bütün insanlığın birikimi olarak görmeliyiz. Ayasofya bir Anadolu yaratısıdır ama bütün insanlığın öz malıdır. Mimarlıkta gerçek bir devrimdir, koskoca bir kubbeyi dört ayağa oturtan… Mimar Sinan’ın yapıtları da öyle. Sinan’ın tam bir iç-dış uyuşumunun kanıtları. İçinden dışını, dışından içini okuyabilirsiniz. Hiç yalanı yoktur. (Selimiye, “Dünya Mirası” içine daha yeni alınmışsa, bu Batı’nın sorunudur.) Konstrüksiyonu, tekniği doğallıkla, açıklıkla, her öğeye kendi işlevini gördürerek çözmenin ötesinde uyumun, oranın, güzel duyunun en güzel örneklerini vererek çalışmıştır Sinan.
Bana göre 1930’larda yeni yetişen, Cumhuriyetimizin mimarlarının işleri çağlarının iyi örnekleri arasında kolayca yer alabilir.
GA. Kentsel dönüşüm… Yazdıklarınız gibi söyleyecekleriniz de önemli.
CB. Kentsel dönüşüm aldatmacadır. Kentin değerli yerlerini, yeşil alanlarını, daha imar planları düzenlenmemiş yerlerini, yasa dışı yollarla, ilişkilerle çok ucuza elde ediyorlar. Varsa orada yaşayan insanları yerlerinden ediyorlar. İnsanımızın yaşama kültürüne saygısız, “konut” dedikleri yapılar üretiyorlar. İnsanlarımızın ödeyebileceğinin çok üstünde tutarlarla… İnsanları, bunları, güvence nedeniyle edinmek zorunda bırakıyorlar. TOKİ’ nin, örneğin Midyat’ta, örneğin Bursa’ da, bütün kentlerimizde yaptıklarını aylar, yıllar önce yazmıştım. Bakalım nasıl arınacak toplumumuz bu kirliliklerden?
GA. İstanbul… Bugünkü boyutlarıyla bir kent olarak yönetilemeyeceğini yazıyorsunuz ve en azından beş birime ayrılması gerektiğini…
CB. Dalan döneminde yazmıştım. Örneğin, 3 milyonluk Bakırköy bir ilçe olarak nasıl yönetilebilir? Üsküdar başlı başına bir kenttir. Kadıköy de Beyoğlu da. Yirmiye yakın Avrupa ülkesinden daha çok insanı barındırmaya çalışmıyor mu İstanbul?

“ŞİİR BABAM FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA!”
GA. Mimarlık ve şairlikte benimsediğiniz yolu yapıtlarında benimseyen hangi ustalardan vazgeçemezsiniz? Doğaya uyumlu mimarlık düsturunuzu yazına uyarlamış hangi ustaları okumaktan, yazmaktan, referans göstermekten vazgeçmeyeceksiniz?
CB. Şiir babam Fazıl Hüsnü Dağlarca… Ondan örneklenerek, hiç kimseyi, onu da “kopya” etmedim. Hiçbir akımın içinde olmadım. Söyleyeceklerimi en az sözcükle, doğrudan söyledim. Mimarlıkta bellediğim ilk usta, kimi davranışlarını onaylamasam da Sedad Hakkı Eldem idi. Bir de, son yapıları dışında, Seyfi Arıkan. İlk okuduğum Türkçe mimarlık betiği Bruno Taut’un “Mimarlık Bilgisi” dir. Bu ustalar, bana bugün de bir şeyler söylerler.
Bugün mimarlık üzerine yazılmış öyle çok betik var ki. Genç kuşağın önünde geniş bir seçenek var. Mimarlık Tarihi alanında Doğan Kuban’ı okumalılar. Benim yazdığım araştırmalardan, incelemelerden, denemelerden de bir şeyler öğreneceklerini umut ediyorum.
GA. “Kuş Evleri” kitabınız… “Türklerin kuşlara ait sevgi ve saygısı Müslümanlıktan çok öncelere dayanır. Şaman inancına göre iyilik yapan insanlar bir zaman sonra kuşlaşır ve uçabilirler, yani uçmak iyilik yapılarak ve erdemli olunarak elde edilebilecek bir olaydır” diye yazıyorsunuz.
CB. “Kuş Evleri”ni, kendini başkasının yerine koyabilme yeteneğinin (empati) ne denli insanca bir değer olduğunun altını çizmek için yazdım. Bir de insanın tüm yaratılmışlarla dengede olmasının önemini vurgulamak için.


1970 TRT Kısa film ödülü
1989 Makedonya Mimarlar Odası Ödülü
1996 Abdi İpekçi Barış Özel ödülü
1998 Serbest Mimarlar Derneği Eğitim Ödülü
2001 Uluslararası Aga Khan Ödülü (Akdeniz Üniversitesi Sosyal-Kültürel Özek Yapısı)
2002 Balkan Kültürüne Katkı Ödülü
2004 Romanya-Azerbaycan Dostluk Derneğinin, Romanya-Türkiye-Azerbaycan Kültür ve Edebiyat ilişkilerine özel katkı “Onur Ödülü”
2 kere Ulusal Mimarlık Ödülü
2006 Ovacık (Bergama) Köylülerinin Çevre Ödülü
2009 Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğince -Aydınlanma Onur Ödülü
2014 Uluslararası Mimar Sinan Ödülü
Yazın alanında şu ödülleri aldı:
1968 Türk Dil Kurumu Araştırma – İnceleme Dalı Ödülü
1970 TRT Tek Şiir Ödülü
1992 Den-Bir Kültür ve Sanata Katkı Ödülü
1992 Ketsav Onur Ödülü
2002 I.Necati Cumalı Buluşması Onur Konuğu Ödülü
2003 Troya Şiir Ödülü
2004 Didim Barış Şenliği Onur ödülü
2005 Uluslar arası Ovidius (Romanya) Şiir ödülü
2005 Azerbaycan Yazarlar Birliği Onur Üyeliği
2007 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü
2010 Denizli Kültürüne Katkı Ödülü
2010 Dil Derneği Onur Ödülü
2012 Dionysos Şiir Ödülü
Yaşanası Kent 2012/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Antik Kentler Dizisi/ 144 s.
Doğaya Uyumlu Mimarlık 2012/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Kent ve Çevre Dizisi/ 156 s.
Mimarlık Nedir? Mimar Ne Yapar?/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Araştırma, İnceleme ve Belgeleme Dizisi/ 130 s.
Sevgidir Her İşin Başı/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Roman Dizisi/ 120 s.
Kültür Vatanımız/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Araştırma, İnceleme ve Belgeleme Dizisi/ 116 s.
Kuş Evleri-Bird Houses/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Araştırma, İnceleme ve Belgeleme Dizisi/ 148 s.
İstanbul/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Bölge, Şehir ve Semt Monografileri Dizisi/ 116 s.
Kent- Kültür- Demokrasi (2010)/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Bölge, Şehir ve Semt Monografileri Dizisi/ 136 s.
Anadolu’lu İnsan Olmak (2006)/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Bölge, Şehir ve Semt Monografileri Dizisi/ 128 s.
Aigina, Poros, Hydra, Midilli, Sakız/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 88 s.
Sevgi Örülünce Yapıda/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 116 s.
Anlamıyorlarsa Anlatamıyorsun/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 132 s.
Bu Ezgi Kimin 2011/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 142 s.
Denizli/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 158 s.
Güre/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 144 s.
Her Şey Bir İnsanı Sevmekle Başlar/ Cengiz Bektaş/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları/ 106 s.
Röportajı için Cengiz Bektaş’a ve gazeteci yazar Gamze Akdemir’e çok teşekkür ediyoruz.